Uzun bir süredir blog yazısı yazmadığımın farkındayım. Bu boşlukta ne yapmışım diye en son yazı tarihi ile şimdiki arasına baktığımda bir intörn doktorluk geçirmişim. yani demem o ki blog boşluktaymışım gibi görünse de aslında dolu bir vakit geçirdim. Uzun süreli suskunluğumu yıllıkta kaleme almış olduğum kendi açımdan ve genel tıp öğrencilerinin bakış açısından tıp eğitimini özetleyen yazımla bozmak istiyorum. Buyrun:
Hazırlık: Atlamasam bilirdim.
Dönem I: Tıpta Saftiriklik Devri / Bilmediğim yaklaşık 10 düzine insan. Bir amfi dolusu. İnsanları geçtim amfiye de aşina değilim aslında. Sinemalardan bildiğim kadarıyla, biraz Aspendos biraz Perge gibi. Fakat bu kadar yaşıtla dolmuş amfi görmemiştim. Hepsine de aşine olmadığım aslında doğru değil. Yaklaşık 6-7 kadarı tanıdığım ya da hazırlığı atlayacakken tanıştığım insanlardı. Hazırlıktan muafiyet derken Eren ve Ertuğrul Beylerle tanışmaya vakıf olmuştum. Geri kalan şahıslara Antalya’dan aşinaydım. Aşina bey ve hanımefendilere doktor adayı sıfatı eklenmişti. Olbia diye bir yer varmış ve orada “pilarda” da oynanıyormuş havadisiyle eski mitolojideki adıyla Hayal’de devirdik bir sezonu Eren, Ertuğrul ve Hüseyin olarak. Istaka tuta tuta çürüttük baş ve işaret parmağı arasını, ince gördük ve kestik maskede kalan topları, bunun yanında pike çekmedik ve delmedik çuhayı. Her insanoğlu gibi Özge ve Pırıl’ın akraba olmadıklarını anlayamadık, öğrensek de anlamamakta direttik. İrem de bu devrede tanıştığımız bir insan oldu. Kendisi tanıştığımız ilk günde kendi vesikalıklarım üzerinden espri silsilesi yarattığımı hatırlamaktadır. Hayal meyal ben de hatırlıyorum. İlk komitenin gerçek bir sınav olduğunu idrak etmem uzun bir vakit alınca (bende “daha yeni geldik abi, ne sınavı ya” düşüncesi hakimdi) sınava hazırlıksız yakalandım ve tek baraj suyu altında kalışımı ilk komitede yaşamış oldum. Bizim aradaki sınavların adı vize değilmiş meğerse. Komite deniyormuş. Baraj yemek bunu idrak etmemde yardımcı oldu. Temel bilimlerin ilk pratikleri de tıp öğrencisi için beyaz önlük giymeler olsun, kurbağalar, ratlar, lam-lamellerle iç içe bulunmak olsun gerçekten sevindirici ve tıbbı sevdirici olmaktaydı. Fayanstaşım Sümeyye ile tanışmak da bu pratiklere nasip oldu. Ondaki ışığı fark etmem 1-2 pratik almadı. Zira kötü espri haznemi geniş olarak bilirdim. Orijinal kötü kelime esprilerinin SMA’dan gelmesi beni başlarda bir hayli şaşırtmıştı. Sonra alıştım. O böyle biriydi. Dönemce saklıkentte günübirlik gezme organizasyonu da taa bu dönemin kışında olmuştu. Seçmeli resim dersinde nü çalışmaları çok iyi reprodükte etmiştik. Ve dönem I sonlarında ise beklemediğim bir yerden gelen duygusallıklar hayatımda vuku bulmaya başlamıştı.
Dönem II: Tıpta Aydınlanma Devri / Tıpçılar dönem IIde temel bilimlerde ilerleyişlerini sürdürürler. Zamanla temel bilimlerin temelinden doruk noktasına ulaşırlar. Zilli sınavlarda masa etrafında adeta Afrika yerlilerinin ateş etrafında dönme ritüellerini andırırcasına dönerler. Kadavralara alışmışlardır ve onların yanında artık tüyleri diken diken olmamaktadır, keza formaldehiti bünyeleri artık daha az yadırgamaktadır. Bilgileri ezberlemeye, bir nevi kafaya çakmaya da yatkın hale gelmişlerdir. Artık “şu iki kemik arasından ne geçer?” sorusuna “bazı damar ve sinirler geçer.” yazan(ert), “enfiye” çukuruna “efenim” çukuru yazan(ben) zihniyet ortadan kalkmaya başlamıştır. Komite sınavlarına alışılmış, önemli yerlerin üstünü çizmenin ne kadar mühim olduğunun farkına varılmıştır.
Dönem III: Tıpta Steteskop Devri / “üçümüz de üçümüz, ortasında hastaneyedir göçümüz” dönemiydi. Morfoda hızlı bir şekilde yarım dönemle geçen preklinik evresi, sonunda büyük kalışların yaşandığı preklinik finaliyle taçlandırılmıştı. Ardından halk sağlığı, kardiyo, göğüs (alış sırama göre) olarak stajyerler 3 eşit parçaya ayrıldı. Sınıfın gruplara (pratikler dışında) ilk bölünüşüydü ve gelecekteki mini grupların habercisi gibiydi. Klinikte sözlü öncesi hasta hazırlama ve hasta başında sözlüyü yaşama vakti gelmişti. Dönem III bize, bize hiç yabancı olmayan Serkan’ın genellikle yanında bulunan Can Bilal’i kazandırmıştır. Cabla’nın beni arabayla alışlarından mütevelli üzerimdeki emeğini göz ardı edemem. Bana az benzin harcamadı sağolsun. Beni benzinle besledi. Başlangıçta yanımıza oturan ve darlamalarım sonrasında sessizce kalkıp giden Cabla, zamanla üzerimizdeki gözlemlerini tamamladıktan sonra muhabbetlere aktif olarak katılmaya başlamıştı. Kafasındaki gıcık Orçun’dan, ona karşı gıcık olmayan fakat başkalarına yine belki de gıcık gelen Orçun’a terfi etmiştim. Ona gıcık gelmemem onun için yeterliydi tabiki.
Dönem IV: Tıpta 4 Büyükler Devri / Dört büyük staja karşı metrekareye düşen bayan stajyer popülasyonunun oldukça yüksek olduğu staj grubumla birlikte hesaplaşma vakti gelmişti. Genel cerrahi ile başlayan bu serüven, pediatri ve kadın doğum ile sürmüş ve dahiliye ile son darbe vurulmuştu. Büyük stajlar kocamandı. İnsanın üzerine üzerine gelen bilgileri vardı. Ama tıp mentalitesi kazanmış sıradan bir tıpçı için doğru strateji ile patlatılmayacak bilgi dağı yoktur. F9 da olsa üstesinden gelinebilirdir, bütün bilgileri zipleyip kafaya atmak artık çok da büyütülmemelidir. Bu dönem yeri geldi tekilamızı aldık yanımıza. O gecelerin sabahındaki güzel kahvaltılar da tuzu biberiydi. Hatta tuzu, tekilası, limonu.. kahvaltı da biberiydi. Biberiydi. İnsan arka arkaya biberiydi dediği zaman “biberiydi” anlamını yitiriyor. Aslında Frank Ribery’di diyesim geliyor.
Dönem V: Tıpta Küçükler Devri / Küçük stajlar erkek egemen bir ortamda başladı. Bir dönem öncesi ile tezat şekilde takas sonucu bu gruba gelmiştim. İrili ufaklı birçok stajı tek celsede hallettik. Sırayla bu stajları yazmak şu an beni aşar. Yardım almadan yazanı alnından öperim. Ama alnında öpmeden önce alkollü pamukla şöyle bir silerim. Antalyaspor-Gurbetspor karşılaşmalarıyla formumuzu koruduk. Takım seçimlerinde güç dengesine önem vermemize rağmen bazen Baroerkil kadro dağılımlarının önüne geçemedik. Halı sahalarda görmek istediğimiz hareketler FC Meltemnazionale’nin kurulması ile devam etti.
Dönem VI: Tıpta İnterne Edilmişlerin Devri / Uzaklarda (orda bir intörn var uzakta…) lacivertleriyle görüp takip ettiğim intörnlerin gizemli dünyasına sonunda adım atmış oldum. Hatta neredeyse 7 ayı devirdim-intörncükler olarak hepimiz devirdik. Eskiden TVlarda çıkan sabah şekerleri intörnlükte bambaşka bir anlam kazandı. Çünkü artık kan şekerleri benden soruluyordu. Bu aralar şeker bakarken dilime “çayımın şekeri, gitarımın teli, yazımın sıcağı, kışımın ocağı…” şarkısı dolandı. Her intörnün kendine göre böyle bir ritüeli vardır, eminim. Artık tokalaşmak için bana bir el uzanmaya görsün, ya da bir bayanın elini tutar tutmaz hemen damarlarına bakıyorum ister istemez. Eğer damarlar belirginse rahatlıyorum, çünkü artık rutinler, kültürler benden soruluyor. “ne de güzel damarların var, senden bir hemogram göndermemi ister misin bebeğim?” menopozdaki teyzelerle artık çok iyi anlaşıyorum, gerektiğinde sürüntü almaktan ve sonuçlarını yorumlamaktan kendimi alamıyorum. Artık tansiyon aletinin “fıst fıst fıst fıst” sesini her duyuşumda aklıma Çalkaya geliyor, halk sağlığı sağolsun. Sağlam çocukları gördükçe mutlu oluyorum. Fakat çarşafı değişmemiş intörn odası görünce mutsuz oluyorum. Ya WC kağıdı da yoksa… Nöbet yorgunluğuyla kendimi ranzaya attığımda ranza yazıları ile keyifleniyorum. Fakat sık sık kafaya giren “daha TUS var ya” düşüncesi keyfimi kaçırıyor. Yine de sessiz intörn odasında küçük bir radyodan çıkan cıstak bir melodiyle insan rahatlıyor. İntörn zaten küçük şeylerden mutlu olmasını bilen lacivert insandır. Yoksa intörncükler doğal seleksiyona uğrarlar. Hele bir deyemek güzel ve şans eseri bol konmuşsa intörnün mutluluktan gözleri dolar. Bir de intörnlük başladığından bu yana 2-3 haftada bir geçirdiğim hastalanma periyotlarına artık son verebilirsem şahsım adına daha mutlu olacağım. Geçip giden tıp eğitimi için son bir beşlik yazmak istiyorum… Altı sene bittim sana / Beyaz önlük verdin bana / Şu steteskop da olmasa / Çekilmezdin tıp gibi / Ettin beni tabip gibi…