18 Temmuz 2011

Beni taşı

"Ustam borcum ne kadar?" dediğimde "2 lira" cevabını aldım bisiklet tamircisinden. Beklediğim düzeyde bir cevaptı, bu yüzden bozukluklarım hazırdı. "Buyrun" diyerek bozuklardan oluşan 2 lirayı uzattığımda "Hep bozuk veriyorlar ya!" diye sinirlendi. "Lan arkadaşım, 2 lira diyorsun, ne vereyim lan!" derken içimden "5 lira vereyim mi?" cümlesi çıktı benden. "Ver ver" dedi. Demir paralar yüzünden isyan eden insan türü ile de tanışmış oldum. 1-2 km sonra arka tekerin inmesiyle birlikte yakında bisikletçi vardır heralde düşüncesi kaplasa da beynimi, bu düşünce çok uzun sürmedi zira memleketimde bisiklet kullanıcısı mı vardı ki, tamircisi her köşe başında bulunsun? Bisikleti elimde taşımak suretiyle tekrar isyankar bisikletçime vardım. Bir 2 lira daha istedi. Bu sefer bozuk verdim. Zaten sıcağın böğründe yürümüşüm, çekemem bisikletçi afrasını tafrasını. Neyseki arada sırada lastiklerine hava istese de pek sorun çıkarmıyor eski bisikletim. Yaklaşık 4-5 vites değişimine olanak verse de bunu hoş karşılıyorum. Özellikle arkadaşım, bisiklet dostu Onur Beyin yaşadıklarından sonra... Onun bisikletçisi de az isyankar değilmiş, sorduğu "Bu bisiklete sadece biniyor musun?" sorusundan bunu anlayabiliriz. "Arada sırada hiç bakım yaptırmadın mı hayvan herif?" anlamına gelen bu soru üzerine, zincirin komple değişmesi gerektiğini belirtmiş olan bu bisikletçi, zinciri dediği gibi komple değiştirmesine rağmen zincirin zorlu koşullarda atmasına derman olamamıştır. Yokuşta zinciri atmış bisikletini ters çevirerek elleri simsiyah olması bahasına uğraşan arkadaşım hala gözlerimin önünde. Durdukyere selesi kalkıyor Onur'un, buna değinmek bile tatsız. Bisiklet tamircilerine sesleniyorum: Kendinize biraz çekidüzen verin, arabalara ve yayalara teğet geçerken bizi yarı yolda bırakmayın...
Gündüz, araba koltuğuna oturduğumda sırtımdan ter boşalmasını önleyecek bir teknoloji arıyorum. Antalyada yaz güneşi altında saatlerce beklemiş bir otomobil için bunu gerçekleştirmek zor olsa da, 2011 yılındayız artık bunu da ben düşünmemeliyim değil mi? Otomotiv sektörüne sesleniyorum: Ayağınızı denk alın, Antalyada öğle vakti test sürüşüne bekliyorum hepinizi, hem erimiş asfalt da görmüş olursunuz...
Sanırım bir tane karpuzlu sakızı bir orta boy karpuz kullanarak yapıyorlar (meyve oranı hacmen %100000). Nasıl yoğun bir tattır bu arkadaş, salyam klavyeye akıyordu az daha...

12 Temmuz 2011

Beni yıka

Ön kolsoldaki toz birikintilerini ben de görüyorum tabiki. Dikizden arka camı görmekte zorlanıyor, hızlı oturmalarda genzime benim de partiküller kaçıyor, paspastaki sap saman tanelerinin nasıl ne zaman geldiğini ben de merak ediyorum. Ama kibarlık timsali hanfendilerin adetlerindendir sitem etmek: "Araban çok pis Orçuun!" E biliyorum. "Ay eviniz çok sıcaak!" "Öf şofbeniniz ayarlanamıyor, duş alamadım." "Odanızın ışıkları çok loş" "Ay klimalı odanız çok soğuuk" Evet! Kimisini aylardır, kimisini yıllardır ben de biliyorum. Ama o tam da öyle değildir. Ev sıcaktır, eviniz değildir. Şofben dandiktir, benim uzvum gibi bende kusur bulma, şofbenin deme. Zira "Şofbenine bi şey söyle yaaa!" elektriği alıyorum ben o cümleden. Odanın ışıkları loştur, ampul patlamıştır takılamamıştır, siteme boğma bünyeyi. Araba da pistir. Araban pis diyerek bana sorumluluk yükleme, iş kitleme. Biliyorum bak sen de bir gün gel arabayı yıkatmaya götür. Üretken gel bana. Eve kombi getir mesela, hayır demem. Yalnız annemin bembeyaz pantolonunun arabanın koltuğuna oturduktan sonra sararması gerçekten hoş olmadı. O konuda hemfikirim. Arabanın kiri bazen bu kadar somut örneklerle kendini belli edebiliyormuş. Parmağı arabanın kaygan bir yüzeyine sürtüp toza bakarak "baaaak kirliii"den bir adım öteye geçmiş olduğumuzu bu şekilde gark ettim. Burdur yolunda yarım santimetre asfalt tabakası ve ona yapışmış bilimum mıcırla kaplanmış lastikler de "bana tazyikli su sıkın olm" der gibilerdi. Ama tanrım, ben zaten yıkatma kararını verdikten sonra neden ön camıma sileceğin üzerine sıcakta kavrulmuş yavru kuş iskeleti koyuyorsun ki? Gerçekten arabayı yıkatmaya gidiyordum, "Artık arabayı yıkatırsın değil mi oğul!"ayarını vermeye gerek yoktu ki, işine karışılmaz tabi ama, haşa. Blog yazarken taş olmak hoş olmaz tabi. Tamam da neden herkes araba yıkatmak için öğlen bin derece sıcaklıkta sözleşmiş onu anlamadım. Ön camdaki kuş "beni ne zaman buradan alacaklar, fosilleştiğim zaman mı" dercesine bakarken 3. oto yıkama kabul edilebilir bir kuyrukla karşıladı beni. Aldıkları parayı sonuna kadar hak eden ve muhabbete dozunda giren oto yıkamacı gencolara buradan teşekkürlerimi iletiyorum. Tazyikli suyunuz Çetin'e çok iyi geldi, yüzü gözü açıldı keratanın.

08 Temmuz 2011

Altı çıktı kaç kaldı ?

Uzun bir süredir blog yazısı yazmadığımın farkındayım. Bu boşlukta ne yapmışım diye en son yazı tarihi ile şimdiki arasına baktığımda bir intörn doktorluk geçirmişim. yani demem o ki blog boşluktaymışım gibi görünse de aslında dolu bir vakit geçirdim. Uzun süreli suskunluğumu yıllıkta kaleme almış olduğum kendi açımdan ve genel tıp öğrencilerinin bakış açısından tıp eğitimini özetleyen yazımla bozmak istiyorum. Buyrun:
Hazırlık: Atlamasam bilirdim.
Dönem I: Tıpta Saftiriklik Devri / Bilmediğim yaklaşık 10 düzine insan. Bir amfi dolusu. İnsanları geçtim amfiye de aşina değilim aslında. Sinemalardan bildiğim kadarıyla, biraz Aspendos biraz Perge gibi. Fakat bu kadar yaşıtla dolmuş amfi görmemiştim. Hepsine de aşine olmadığım aslında doğru değil. Yaklaşık 6-7 kadarı tanıdığım ya da hazırlığı atlayacakken tanıştığım insanlardı. Hazırlıktan muafiyet derken Eren ve Ertuğrul Beylerle tanışmaya vakıf olmuştum. Geri kalan şahıslara Antalya’dan aşinaydım. Aşina bey ve hanımefendilere doktor adayı sıfatı eklenmişti. Olbia diye bir yer varmış ve orada “pilarda” da oynanıyormuş havadisiyle eski mitolojideki adıyla Hayal’de devirdik bir sezonu Eren, Ertuğrul ve Hüseyin olarak. Istaka tuta tuta çürüttük baş ve işaret parmağı arasını, ince gördük ve kestik maskede kalan topları, bunun yanında pike çekmedik ve delmedik çuhayı. Her insanoğlu gibi Özge ve Pırıl’ın akraba olmadıklarını anlayamadık, öğrensek de anlamamakta direttik. İrem de bu devrede tanıştığımız bir insan oldu. Kendisi tanıştığımız ilk günde kendi vesikalıklarım üzerinden espri silsilesi yarattığımı hatırlamaktadır. Hayal meyal ben de hatırlıyorum. İlk komitenin gerçek bir sınav olduğunu idrak etmem uzun bir vakit alınca (bende “daha yeni geldik abi, ne sınavı ya” düşüncesi hakimdi) sınava hazırlıksız yakalandım ve tek baraj suyu altında kalışımı ilk komitede yaşamış oldum. Bizim aradaki sınavların adı vize değilmiş meğerse. Komite deniyormuş. Baraj yemek bunu idrak etmemde yardımcı oldu. Temel bilimlerin ilk pratikleri de tıp öğrencisi için beyaz önlük giymeler olsun, kurbağalar, ratlar, lam-lamellerle iç içe bulunmak olsun gerçekten sevindirici ve tıbbı sevdirici olmaktaydı. Fayanstaşım Sümeyye ile tanışmak da bu pratiklere nasip oldu. Ondaki ışığı fark etmem 1-2 pratik almadı. Zira kötü espri haznemi geniş olarak bilirdim. Orijinal kötü kelime esprilerinin SMA’dan gelmesi beni başlarda bir hayli şaşırtmıştı. Sonra alıştım. O böyle biriydi. Dönemce saklıkentte günübirlik gezme organizasyonu da taa bu dönemin kışında olmuştu. Seçmeli resim dersinde nü çalışmaları çok iyi reprodükte etmiştik. Ve dönem I sonlarında ise beklemediğim bir yerden gelen duygusallıklar hayatımda vuku bulmaya başlamıştı.
Dönem II: Tıpta Aydınlanma Devri / Tıpçılar dönem IIde temel bilimlerde ilerleyişlerini sürdürürler. Zamanla temel bilimlerin temelinden doruk noktasına ulaşırlar. Zilli sınavlarda masa etrafında adeta Afrika yerlilerinin ateş etrafında dönme ritüellerini andırırcasına dönerler. Kadavralara alışmışlardır ve onların yanında artık tüyleri diken diken olmamaktadır, keza formaldehiti bünyeleri artık daha az yadırgamaktadır. Bilgileri ezberlemeye, bir nevi kafaya çakmaya da yatkın hale gelmişlerdir. Artık “şu iki kemik arasından ne geçer?” sorusuna “bazı damar ve sinirler geçer.” yazan(ert), “enfiye” çukuruna “efenim” çukuru yazan(ben) zihniyet ortadan kalkmaya başlamıştır. Komite sınavlarına alışılmış, önemli yerlerin üstünü çizmenin ne kadar mühim olduğunun farkına varılmıştır.
Dönem III: Tıpta Steteskop Devri / “üçümüz de üçümüz, ortasında hastaneyedir göçümüz” dönemiydi. Morfoda hızlı bir şekilde yarım dönemle geçen preklinik evresi, sonunda büyük kalışların yaşandığı preklinik finaliyle taçlandırılmıştı. Ardından halk sağlığı, kardiyo, göğüs (alış sırama göre) olarak stajyerler 3 eşit parçaya ayrıldı. Sınıfın gruplara (pratikler dışında) ilk bölünüşüydü ve gelecekteki mini grupların habercisi gibiydi. Klinikte sözlü öncesi hasta hazırlama ve hasta başında sözlüyü yaşama vakti gelmişti. Dönem III bize, bize hiç yabancı olmayan Serkan’ın genellikle yanında bulunan Can Bilal’i kazandırmıştır. Cabla’nın beni arabayla alışlarından mütevelli üzerimdeki emeğini göz ardı edemem. Bana az benzin harcamadı sağolsun. Beni benzinle besledi. Başlangıçta yanımıza oturan ve darlamalarım sonrasında sessizce kalkıp giden Cabla, zamanla üzerimizdeki gözlemlerini tamamladıktan sonra muhabbetlere aktif olarak katılmaya başlamıştı. Kafasındaki gıcık Orçun’dan, ona karşı gıcık olmayan fakat başkalarına yine belki de gıcık gelen Orçun’a terfi etmiştim. Ona gıcık gelmemem onun için yeterliydi tabiki.
Dönem IV: Tıpta 4 Büyükler Devri / Dört büyük staja karşı metrekareye düşen bayan stajyer popülasyonunun oldukça yüksek olduğu staj grubumla birlikte hesaplaşma vakti gelmişti. Genel cerrahi ile başlayan bu serüven, pediatri ve kadın doğum ile sürmüş ve dahiliye ile son darbe vurulmuştu. Büyük stajlar kocamandı. İnsanın üzerine üzerine gelen bilgileri vardı. Ama tıp mentalitesi kazanmış sıradan bir tıpçı için doğru strateji ile patlatılmayacak bilgi dağı yoktur. F9 da olsa üstesinden gelinebilirdir, bütün bilgileri zipleyip kafaya atmak artık çok da büyütülmemelidir. Bu dönem yeri geldi tekilamızı aldık yanımıza. O gecelerin sabahındaki güzel kahvaltılar da tuzu biberiydi. Hatta tuzu, tekilası, limonu.. kahvaltı da biberiydi. Biberiydi. İnsan arka arkaya biberiydi dediği zaman “biberiydi” anlamını yitiriyor. Aslında Frank Ribery’di diyesim geliyor.
Dönem V: Tıpta Küçükler Devri / Küçük stajlar erkek egemen bir ortamda başladı. Bir dönem öncesi ile tezat şekilde takas sonucu bu gruba gelmiştim. İrili ufaklı birçok stajı tek celsede hallettik. Sırayla bu stajları yazmak şu an beni aşar. Yardım almadan yazanı alnından öperim. Ama alnında öpmeden önce alkollü pamukla şöyle bir silerim. Antalyaspor-Gurbetspor karşılaşmalarıyla formumuzu koruduk. Takım seçimlerinde güç dengesine önem vermemize rağmen bazen Baroerkil kadro dağılımlarının önüne geçemedik. Halı sahalarda görmek istediğimiz hareketler FC Meltemnazionale’nin kurulması ile devam etti.
Dönem VI: Tıpta İnterne Edilmişlerin Devri / Uzaklarda (orda bir intörn var uzakta…) lacivertleriyle görüp takip ettiğim intörnlerin gizemli dünyasına sonunda adım atmış oldum. Hatta neredeyse 7 ayı devirdim-intörncükler olarak hepimiz devirdik. Eskiden TVlarda çıkan sabah şekerleri intörnlükte bambaşka bir anlam kazandı. Çünkü artık kan şekerleri benden soruluyordu. Bu aralar şeker bakarken dilime “çayımın şekeri, gitarımın teli, yazımın sıcağı, kışımın ocağı…” şarkısı dolandı. Her intörnün kendine göre böyle bir ritüeli vardır, eminim. Artık tokalaşmak için bana bir el uzanmaya görsün, ya da bir bayanın elini tutar tutmaz hemen damarlarına bakıyorum ister istemez. Eğer damarlar belirginse rahatlıyorum, çünkü artık rutinler, kültürler benden soruluyor. “ne de güzel damarların var, senden bir hemogram göndermemi ister misin bebeğim?” menopozdaki teyzelerle artık çok iyi anlaşıyorum, gerektiğinde sürüntü almaktan ve sonuçlarını yorumlamaktan kendimi alamıyorum. Artık tansiyon aletinin “fıst fıst fıst fıst” sesini her duyuşumda aklıma Çalkaya geliyor, halk sağlığı sağolsun. Sağlam çocukları gördükçe mutlu oluyorum. Fakat çarşafı değişmemiş intörn odası görünce mutsuz oluyorum. Ya WC kağıdı da yoksa… Nöbet yorgunluğuyla kendimi ranzaya attığımda ranza yazıları ile keyifleniyorum. Fakat sık sık kafaya giren “daha TUS var ya” düşüncesi keyfimi kaçırıyor. Yine de sessiz intörn odasında küçük bir radyodan çıkan cıstak bir melodiyle insan rahatlıyor. İntörn zaten küçük şeylerden mutlu olmasını bilen lacivert insandır. Yoksa intörncükler doğal seleksiyona uğrarlar. Hele bir deyemek güzel ve şans eseri bol konmuşsa intörnün mutluluktan gözleri dolar. Bir de intörnlük başladığından bu yana 2-3 haftada bir geçirdiğim hastalanma periyotlarına artık son verebilirsem şahsım adına daha mutlu olacağım. Geçip giden tıp eğitimi için son bir beşlik yazmak istiyorum… Altı sene bittim sana / Beyaz önlük verdin bana / Şu steteskop da olmasa / Çekilmezdin tıp gibi / Ettin beni tabip gibi…