23 Temmuz 2009

TVde

yaz gelir ve gündüz de televizyon izlemek mümkün olur. yaz ayları, genelde kış ayları yayınlanan dizilerin tekrarları yayınlanır. sevdiğim dizilerin tekrar yayınlanması mutlu eder, fakat sevmediğim dizilerin ekrandan hiç ayrılmaması da tiksindirir. mesela geçen yazlarda show tvnin cennet mahallaesine abanması gibi. cennet mahallesi tv kıvamına gelmişti. show tvyi silesi geliyordu insanın. şimdi de yavaştan cennet mahallesi fıydırmaya başladı ya umarım eski acı günlere geri dönmeyiz. bu yaz canım ailemin ya da bıçak sırtının tekrarlarını bekliyordum ama henüz gerçekleşmedi. ikinci baharın tekrarlarını da göremiyoruz. ekmek teknesinin tekrarını da bekliyordum ki ara sıra bazı kanallarda gördüm ama günlük tekrar değildi. fakat beğenerek izlediğim aşk-ı memnunun tekrarları beni mutlu ediyor. ee cennet mahallesi nere, aşk-ı memnu'nun "güzelliği-güzelleri" nere? insan tabi mutlu oluyor. ama bi de yeni yayınlanan dizinin tekrar edilmesi ve bölümleri unutmadan tekrar izlemek beni bile-ki iyi bi tv izleyicisiyim görüldüğü üzere- bi süreden sonra sıkıyor. bu yaz ayında devamlı izlediğim, kahvaltı yaparken, pcde gezinirken, müzik dinlerken bi yandan bana eşlik eden, tvde tercih ettiğim, kısacası bu yaz izlediğim programlar ise şu ana kadar şöyle:
sabah - - -
yeditepe istanbul (dizi)
bu diziyi daha önceden duymama rağmen hiç izlememiştim. geçen günlerde trt gapta rastladım ve oyuncuları görünce çok şaşırdım. izlemeye başladığımda müziklerinin ve senaryonun akışının da çok güzel, çok sıcak olduğunu gördüm. daha önceden bu diziyi izleyenler 2001 yılında yayınlanmaya başladığı için "yeni mi gördün be, ohoo" diyebilirler, yeni keşfettiğim için hakediyorum bu lafları -amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok diyenler de olabilir-. en beğendiğim diziler arasına girecek gibi görünüyor. oyuncularından size bi kuble okumak istiyorum: emre kınay, zuhal olcay, uğur polat, ıtır esen, oktay kaynarca, yeşim ceren bozoğlu, ruhi sarı, güven kıraç, özgü namal, meral okay... isimlerini bilmesek de simaen tanıdığımız daha bir çok oyuncu da oynamış bu dizide.
spor servisi (spor programı)
bu program ise gazetedeki spor haberlerinin okunup yorumlandığı bi spor programı. bazen fazla gereksiz eleştirilerle sıksa da izlenebilesi bi program. sonuçta transferlerden haberimiz olabiliyor ve bu durumdan memnunum.
öğle - - -
arka sıradakiler (dizi)
evet bu dizi anlattıklarımdan sonra tırt gelebilir. kabul ediyorum. pek de arkasında durmayacağım bu dizinin ama izliyorum. başta çok sıradan gelse de izlemeye başladığım bu diziyi izlemeye alıştım ve devam ediyorum. enteresan gelen bazı yanları da var sanırım bu dizinin ama henüz o yanlarını bulamadım o yüzden söyleyemeyeceğim ;p genç oyuncuların oyunculukları da pek iyi değil aslında. pek onların rol yapma çabalarını izlemek hoşuma gidiyor olabilir. "yazık ya o kadar dizi yapmışlar, izleyeyim bari ayıp olmasın" gibi bi psikoloji mi acaba bendeki. bilemedim. bi de bu dizide bir çok oyuncu olduğunu, yani kalabalık bi dizi olduğunu belirtmek isterim. çok kalabalık yahu. gerçi okul dizisinin az oyunculu olması saçma gelebilir tabi ama yan karakter sayısı az, repliği olan oyuncu sayısı çok, anlatmak istediğim buydu.
akşam - - -
akşam yeni yayına giren yaz dizilerinden hiç birine ısınamadım ve tutacağını pek sanmadığım diziler bunlar. yayına devam eden melekler korusun dizisi de fena olmamakla beraber, ıı berabeer.. beraber fena değil işte, beraberinde bir şey gelmedi aklıma ;p izlenebilir yani.
tekrar yayına başlayan fear factorden çok ümitliydim fakat eskisi kadar ısınamadım. acunun olmamasından mı acaba diye düşünsem de sadece ondan değil. programın temposu düşmüş durumda.
gece - - -
ninja warrior (yarışma)
ahahah. severek izliyorum ya. zor yerlerden düşen insanlara gülüp eğlenmek gibi saçma bi eğlenme anlayışım yok. bu programın zorlu etapları yarışmacıların geçişine şaşırmak hoşuma gidiyor. ayrıca hopdidik ayhanın sunması da beni sevdiren bir diğer etken. etaplarda sık sık değişikliklerin yapılması, yarışmanın akışının hızlı olması da sanırım bu programa ısınmamı sağlayan diğer faktörler.
gece kanalları gezerken beğenerek izlediğim programları düşünürken, nefret ettğim bi programa da değinmek geldi içimden. hatırladıkça sinirleniyorum, kanalları gezerken gördükçe daha çok sinirleniyorum. görür görmez korktuğum da çok oldu. bi anda garip bi ses geliyo sonuçta. "fiiiiuufffff!!!" diye hava kaçırma sesi. ebru şallı niye yapıyorsun bunu bize. gece gece bi anda fiuuuuufff diye ses geliyor, korkuyorum. hanımefendi bi gün hava verirken öööyle kalakalacak diye tırsıyorum. fiiiufff derken hık hık hık diye. aman dikkat. bi gün yer yüzünden silinecek düzeyde zayıflayacak diye de korkuyorum. yaptığı açıklamalarda derisinin yaşının yıldan yıla küçüldüğünü duymuştum. ona burdan "aaa hiç göstermiyorsun kız. derin 20 yaşında ama kendin 50 yaşında gösteriyorsun, tüh" demek istiyorum. gençler siz siz olun, kürdan insan, çöpten bayan olmayın. rüzgarda uçmayacak düzeyde olun en azından.
neyse durup dururken celallendim. fakat cennet mahallesinden sonra korkulu rüyam olan 2. program da ebrulidir. hatta cennet mahallesiyle kapışabilir.
güzel şeylerden bahsedecek olursak insanın gönlünden geçer tabi şöyle düzenli bi şekilde -mesela 2 gecede bir- güçlü kulüplerin olduğu iddialı maçlar(futbol basketbol farketmez) yayınlansın, fakat yazın olmuyor bu maalesef. en iyisi deniz-kum-güneş gibi ama iyi yayınların olduğu bi tv de kayda değer bi güzellik. iyi seyirler . . .

10 Temmuz 2009

3 Komiklik

bu yaz döneminde her transfer zamanında olduğu gibi bir çok komik haber çıktı, ilginç transfer dedikoduları oldu. bunlarda baya güldüklerimi ve dolayısıyla aklımda kalanları paylaşmak istiyorum. buyrun:
* * * Sabri'nin beyni ile ayakları arasında bağlantı yok . . .
özellikle bu haberi arkadaşlarımdan duyduğumu söylemek isterim. duyar duymaz da baya bi güldüm. bu açıklamayı frank rijkaard(gs teknik direktörü) yapmış. duyduktan sonra haberi internette bulduğumda yeni bi açıklama olmadığını gördüm. yani rijkaard hemen tanıyı koymuş. hatta canlı canlı izlemeden, maç kasetlerini seyrederek bu tesbiti yapmış. sert bi açıklama ama bazılarının gördüklerini söylemesi herkesin hayrına diye düşünüyorum. bravo.
* * * Fileleri havalandırdıktan sonra en az üç takla atar. Bazen santraya kadar takla ata ata gider . . .
bu açıklama da eskişehirsporda oynayan youla'dan gelmiş. eski takım arkadaşı olan gs'nin yeni transferi abdül kader keitayı anlatırken bu bilgiyi de bizimle paylaşmış. iyi de taklacı güvercin almıyoruz ki youla, niye bize bunları anlatıyorsun? en fazla takla atan en iyi futbolcudur gibi bi denklem yok ki. en fazla top sektiren en iyidir desek belki, en azında topla alakası var ve mahalle maçlarında geçerli bi kavram. bu dediğim de saçma ama bazen santraya takla ata ata gitmesi nedir kardeşim? deplasmanlara takla atarak gider demediğin kalmış. çok güldüm youla çok.
* * * Tevez'in kaçırdığı en büyük gol !
fotoğrafı görünce bu haberi bekleyen arkadaşlar vardır, onları üstteki haberlerle oyalamış oldum, özür dilerim. bu haberi de bugün mynette okudum. Arjantinli ünlü model Natalia Fassi, Tevez'den ayrıldıktan hemen sonra Napoli'nin Arjantinli file bekçisi Nicolas Navarro ile büyük bir aşka yelken açmış. bu hanımefendiyi gol diye tasvir etmek nası bi ad aktarmasıdır ya. ek olarak peste(pleysteyşın) çirkin tevez olarak tanımladığımız delikanlı futbolcumuzun eski sevgilisi natalia da pek güzel, orası tartışılmaz. para her kapıyı açıyor hacı diyesi geliyor insanın. aaa böyle deyince ben de bi ad aktarmasında bulundum sanırım. buradan natalia hanımdan özür dilerim. bu arada bu hanımın buraya konulabilecek usturuplu bi fotoğrafını da baya zor buldum.
not: bugün nikola tesla'nın doğum günüymüş(google'a selamlar). newton'u bilip onu bilmeyenlerin olduğunu kafasına takmasın, rahat uyusun kral bilim adamı.

08 Temmuz 2009

Bir bekleyiş hikayesi

hava çok sıcak değildi, özellikle gölgede güzelce ve efilce esiyordu. madem beklenilen arkadaş daha ortalarda yok, ben de gölgede kendime bi yer edineyim diye düşündüm ve ağaçlar etrafına dizilmiş, bank denilebilecek vasıfta olmayan fakat o işlevi gören, tahtadan yapılmış oturma-soluklanma platformuna oturdum. arkadaşa bi mesaj çaktım ki geldiğinde zaten telefonuna bakar diye düşünerek. kulağımda toplu taşıma aracında olduğumdan beri çalan sıfır km, namelerine devam ediyordu klas bir şekilde. ama bu kadar virtiözlük yeterli deyip gripine çevirdim şarkı dizisini. etrafı seyretmeye başladım biraz da tetikte olarak. malum büyük şehir, biri cüzdanı araklar biri başıma dikilir çakı çeker neme lazım, dikkat etmek lazım. yok aslında gereksiz gerilim yarattım zira gündüz vakti, şehrin göbeği, ben şöyle bacak bacak üstüne atayım da bi denizi-falezleri seyredeyim dedim. bende sağ bacak sol bacağın üstüne atılıyor da sol bacak sağa atılınca vücudda bi yadırgama oluyor. enteresan geldi ve bi süre bacaklarımın anatomisini seyrettim. derken sağdan bi hışırtı koptu kulağımda müzik olmasına rağmen duyulası. elinde bi zamanlar parka ait olduğunu düşündüğüm küre şeklinde bi cisimle turunculu belediye görevlisi çıktı. hışırtıdan hafif tırsmama rağmen çaktırmadım. hemen ardından yine aynı tarafta saçlarını garip bi şekilde diken diken ortada toplamış genç erkekler çıktı. ulan bi de sote yerlerden ani çıkışlar yapmayn layn! diyesim geldi. demedim. gölgede olduğum için yan taraflarıma oturmalar artmaya başladı. kıpır kıpır bi dayı önümde dikildi, ben de hafif kaykıldım ve sırıtmak ile birlikte ona yer açmış oldum. dayı bey baya kırmızı tonlarında biriydi. yani hararetli bi kıvamı vardı. bu hararetine benimle sohbetini ekleyerek müzik-deniz manzarası huzurunu bi de dayının bozmasını istemiyordum ve dayı yönüne pek bakmamaya çalışıyordum. derken dayı dürttü. saati sordu. saat sorulunca hem dayıyı duymak için hem de saygıdan bi kulaklık düştü tabi. okuyor musun deyince artık muhabbete girmeden durulmayacağı belliydi. meğer dayı ıspartalıymış. sohbete pek de pişman olmadım zira mahçup duruşlu bi dayıydı, sevdim kendisini. bi 5 dk konuştuktan sonra kalktı. bu arada beklenen arkadaş da hala gelmiş değildi. hafif sol tarafımda duran atlı heykel önünde sık sık turistler bitiyor, fotoğraf çekiniyorlardı. onlardan biri de yakınıma soluklanmaya geldi. "sir, what time is it" dedi. latife yaptım, öyle bir şey demedi. gelen turist beyin kolunda bi dövme vardı. dikkatlice bakınca ıssız ada şeklinde bi dövme olduğunu gördüm. çok saçma geldi. bi insan koluna neden ıssız ada dövmesi yapar ki. bi kaç dakika geçti ki yaşlı turistlerin sayısı azalarak genç güzel bayanlar heykelle haşır neşir olmaya başladılar. etrafı seyretmek ne kadar güzel olsa da bi anda "yarım saat oldu nerde kaldı la bu denyo" şeklinde geç kalan arkadaşa sitem dürtüsü içimde fitillendi. bu dürtüyle ayağa kalktım. volta atayım ama çok da atmayayım zira güneşli bölgeler sıcak diye düşündüm. heykelin zıt tarafına geçtim ki arkadaş karşıda belirdi. benim ona "yarım saattir nerdesin olm" sitemlerimi o da aynen bana söyledi. ordan yola çıkarak anladık ki telefon hatlarında bi sorun yaşanmış, mesajlar ve aramalar başarıya ulaşamamış. heykelin zıt taraflarında beklemişiz yarım saat boyunca. heykelin önünde hangi zamanda nasıl bi turistin durduğunu tasvir edince ikimizin de yeni gelmediğini anlamış olduk. sonra da vur patlasın çal oynasın, bi eğlence bi cümbüş bi kıyamet sorma gitsin.. aslında bunlardan sadece "vur patlasın" kısmı oldu, o da masa tenisi düzeyinde.. ama o da yeterlidir, masa tenisi iyidir.....

01 Temmuz 2009

Tüyolla

orçay ahkam kesme merkezi gururla sunar - - - bütsüz bi insan nası olunur? işte sınav için tüyolar . . .
öncelikle uzun bi aradan sonra yazı yazmanın mutluluğunu sizinle paylaşmak isterim ki mutluluklar paylaşıldıkça artar. bu suskunluğun ardından gelen yazı ukalaca ve "ulan adam sınıfı geçmiş tabi, rahat rahat ötüyo artiz" nidalarına sebep olabilir. fakat bu yazıyı hem bazılarına belki yardımcı olur hem de tecrübelerden çıkarılan derslerin bi derlemesi olur diye yazıyorum. aslında yazasım olduğu için yazıyorum da. yazı biraz tıbba yönelik gibi dursa da her bölüme uyarlanabilir sanırım. her neyse..
şimdi dikkat edilecek noktaları gözden geçirmeye başlayalım.
1- herkesin bildiğini bil.. bu konu çok söylenen bi laf olsa da bir kez daha belirtmekte yarar gördüm(yani bana ait bi laf değil ;p) doğru bi laftır. herkesin bildiğini kesin bil. sonra üzerilerine başka şeyler de öğrenebilirsin. ama bildiğin temel şeyler seni kurtarır.
2- derslere gir.. bütün derslere girmeye çalış ki neler anlatılmış olduğunu az çok bil, ipin ucunu kaçırma. derste uyusan da gir yani. evde uyumaktan daha yararlıdır ;p not almayabilirsin. aslında derste hocanın önemli dediği noktaları da iyice not al, elinde not varsa yıldız takımlarıyla donat o bölümü.
3- pratiklerdeki mühim kısımları iyi belle.. pratikte kağıda küçük notlar alırsın, orada geçen hususlar derste hocanın önem verdiği yerler gibi mühimdir.
4- verimli çalış.. geldik civcivli bi bölüm olan günü gününe çalışma durumuna. her sene başında kendine "ulan bu sene günü gününe çalışıcam" şeklinde yeminler etme. gerek yok.ha çalışabilirsen çalış tabi de bu bi ekol meselesi, sonradan olmuyor ;p son haftalarda hızlı ve konsantre çalışmak çok önemli benim bahsettiğim stilde. ama yumurta kapıya dayandığı için "çalışamıyorum yaaa off puff" haykırışlarının esamesinin bile okunmaması lazım yoksa bütün kapıları açılıverir şaşar kalırsın ;p gerçi sınav yaklaştığı için yusuflar insanı "çalışamıyorum"dan ziyade konsantreyi arttırıcı yöne kaydırıyor. hızla ve bi konu üzerinde uzun süre durmadan çalışmak çok önemli. uzun süre bi konuda durursan bil ki konsantre olamıyorsun ona, hemen geçiver sonra bir daha bakınca anlarsın. ha bi de şuna değineyim. "hiç çalışmadan geçtim abi yaa"lar sizi yolunuzdan çıkarmasın. siz çalışın. işiniz bu sonuçta heheh. çalışmaya başlayacağın günü iyi planla ve o gün sıkı biçimde başla. günlük, kısa kısa, sınav yaklaşıyor baskısıyla of puflayarak çalışmanın bi anlamı ve kalıcılığı olmayacaktır. çalışmadan geçen günleri "mm çalışsam mı ki"lerle boş geçirmek yerine iyiy bir plan yaparsan, çalışmadığın günlerde çalışacağın günler için güzel moral depolarsın. böylelikle pleysteyşınından, sinemandan, birandan, barından kısmamış olursun :D ders çalışma periodu öncesi eğlenmek iyidir. bi de ek olarak eğer o günkü amaçladığın yeri halletmişsen, aralara kaçamaklar koymak makuldür. iyice abanayım yahu bitsin erkenden hepsi demeye gerek yoktur. tabi sınav arifesine denk gelmemek koşuluyla. o iyice yakın 1-2 gün sınava konsantre olmak daha yeğdir.
5- ders notlarına güven.. kendi notlarını alan insanlar da iyidir tabi ama doğru ders notuna güvenmek de kafidir. bütün ders notlarına abanmak da bi o kadar gereksizdir. doğru ders notunu seçmek de derslere girip-yani 2. kural- az çok fikir edinmiş olmakla sağlanabiliyor. slaytlardan yola çıkarak da mühim bölgeler anlaşılabilir. aslında slaytlar ve ders notları kraldır :D
6- altlarını çiz.. bu altlarını çizerek oku anlamına gelmesin. önemli yerlerin altlarını kendi seçtiğin güzel bi renkle çiz. o zamanki ruh haline göre renk değişebilir, dikkatini toplayacağın renkler iyidir. ama coşup hepsinin altını çizmeye kalkma. seçici ol. mühim yerler şu renk, daha mühimler bu renk, en mühimler ise bu renk gibi çeşitlemeler de akıl karıştırıcı olacaktır, gerek yok. daha önce çıkmış ya da üzerine düşülen konuları çerçevele-yıldızla. orayı bi cümbüş alanına çevir.
7- aralarda kahve iç, çikolata atıştır. pharmaton kullan.. kahve bilindiği üzere konsantreyi arttırır. uykuyu açar. yanında çikolata, gofret gibi -ki özellikle sevdiğimiz bi biskrem, bi snickers olabilir- gıdalar da enerjimizi artırır, dersteki mutsuzluğu kırabilir. pharmaton benim kullandığım uğurlu bulduğum bi vitamindir. herkes farklı bi vitamin kullanabilir ama bu bi ayrı gelir bana. şimdi burdan övmeyeyim bu maddeyi ama yüz yüze gelelim, o zaman anlatayım ;p bi multivitamin kullanmak, ders çalışma dönemimizdeki meyve sebze yiyemeyişimizi dengeleyerek metabolizmamızın çatlamasını önler.
8- sözlü tüyoları.. sözlüye girecek hocanın konularını ve sormayı sevdiği kısımları iyi bil. zor bi hoca olursa ümitsizliğe kapılma. bu sözlüler daha zevkli geçer. kaybedecek bir şeyin yoktur. moralli olup bilgine güvenmen, kendinden emin olman ve bu duruşu sergilemen yeterlidir. kendinden emin olurken hocayla iddialaşmaya girmemek gerekir tabi. hoca eğer seni yanıltmaya çalışıyorsa bunu 1 kez dener. eğer 2. kez "emin misin, bi daha düşün" diyorsa o konuda çok diretmemek lazım. dediği gibi bi daha düşünmek hoş olur ;p klasik olan "bilmiyorsan, mm bakmıştım ama hatırlayamadım, de" sözü de güzeldir, kullanılır. sonuçta atarsan ve tutmazsa, 2 konuyu bilmediğin ortaya çıkar. tabi tutarsa işler değişir. bazen bu kumar oynanır da abartmamak gerek. sözlü iyi bir sahnedir. bilgini güzelce sunmaya çalışmak gerekir. gelen soruları bilmiyorsan bildiğin yerlerden yola çıkarak sesli düşünme metoduyla alt metinde "bakınız ben bunları bunları da biliyorum" mesajı vermek güzeldir. çok uç noktalara da kaymamak gerekir, şovu hakim olduğun konu üzerinden yapacaksın ve bu yüzden bi gazla uzak diyarlara açılmaya, riske girmeye gerek yoktur. çok emin olduğun konuda sağlam bi şekilde savunma yapman-saygıda kusur etmeden tabiki-, sana artı olarak yansıyacaktır. hocanın yönelttiği sorunun cevabı olan extrem bi bilgiyi bilmek de büyük bi artıdır. fakat bunlar çetin geçen sınavlarda, temelleri bilemeyince oluşan yan yollardır. sözlüde bi kaç soru bilemeyince yıkılmamak ve sözlünün devam ettiğini, düşününce hatırlanabilecek yerlerin olduğunu unutmamak gerekir. yani arka arkaya gelen yumrukların sonucunda-özellikle zor hocalardan gelen darbelerdir bunlar, guardını alamazsın- havlu atmamak bizi mutlu sona ulaştırır.
vee bi bakmışsın, başarmışsın. bunların yanında şans da önemli tabiki. ama şans moralli olmakla geliyor gibi görünüyor. karşımıza çıkan negatife çekilebilecek durumların sonucunda teslim olmamak gerekir. bunlar çoğunlukla göreceli negatif olup, kendi hoşumuza giden yanları olabilecek konulardır.
orçay öğüt verme, ahkam kesme, her şeyi ben bilirimcilik oynama merkezinden şimdilik bu kadar. şimdilik bu kadar demem, daha sonra da böyle olacak anlamına gelmesin. zira ben tırstım kendimden, böyle biri değilim ben, ne içirdiniz bana, nerdeyim ben . . . ;p