08 Temmuz 2009

Bir bekleyiş hikayesi

hava çok sıcak değildi, özellikle gölgede güzelce ve efilce esiyordu. madem beklenilen arkadaş daha ortalarda yok, ben de gölgede kendime bi yer edineyim diye düşündüm ve ağaçlar etrafına dizilmiş, bank denilebilecek vasıfta olmayan fakat o işlevi gören, tahtadan yapılmış oturma-soluklanma platformuna oturdum. arkadaşa bi mesaj çaktım ki geldiğinde zaten telefonuna bakar diye düşünerek. kulağımda toplu taşıma aracında olduğumdan beri çalan sıfır km, namelerine devam ediyordu klas bir şekilde. ama bu kadar virtiözlük yeterli deyip gripine çevirdim şarkı dizisini. etrafı seyretmeye başladım biraz da tetikte olarak. malum büyük şehir, biri cüzdanı araklar biri başıma dikilir çakı çeker neme lazım, dikkat etmek lazım. yok aslında gereksiz gerilim yarattım zira gündüz vakti, şehrin göbeği, ben şöyle bacak bacak üstüne atayım da bi denizi-falezleri seyredeyim dedim. bende sağ bacak sol bacağın üstüne atılıyor da sol bacak sağa atılınca vücudda bi yadırgama oluyor. enteresan geldi ve bi süre bacaklarımın anatomisini seyrettim. derken sağdan bi hışırtı koptu kulağımda müzik olmasına rağmen duyulası. elinde bi zamanlar parka ait olduğunu düşündüğüm küre şeklinde bi cisimle turunculu belediye görevlisi çıktı. hışırtıdan hafif tırsmama rağmen çaktırmadım. hemen ardından yine aynı tarafta saçlarını garip bi şekilde diken diken ortada toplamış genç erkekler çıktı. ulan bi de sote yerlerden ani çıkışlar yapmayn layn! diyesim geldi. demedim. gölgede olduğum için yan taraflarıma oturmalar artmaya başladı. kıpır kıpır bi dayı önümde dikildi, ben de hafif kaykıldım ve sırıtmak ile birlikte ona yer açmış oldum. dayı bey baya kırmızı tonlarında biriydi. yani hararetli bi kıvamı vardı. bu hararetine benimle sohbetini ekleyerek müzik-deniz manzarası huzurunu bi de dayının bozmasını istemiyordum ve dayı yönüne pek bakmamaya çalışıyordum. derken dayı dürttü. saati sordu. saat sorulunca hem dayıyı duymak için hem de saygıdan bi kulaklık düştü tabi. okuyor musun deyince artık muhabbete girmeden durulmayacağı belliydi. meğer dayı ıspartalıymış. sohbete pek de pişman olmadım zira mahçup duruşlu bi dayıydı, sevdim kendisini. bi 5 dk konuştuktan sonra kalktı. bu arada beklenen arkadaş da hala gelmiş değildi. hafif sol tarafımda duran atlı heykel önünde sık sık turistler bitiyor, fotoğraf çekiniyorlardı. onlardan biri de yakınıma soluklanmaya geldi. "sir, what time is it" dedi. latife yaptım, öyle bir şey demedi. gelen turist beyin kolunda bi dövme vardı. dikkatlice bakınca ıssız ada şeklinde bi dövme olduğunu gördüm. çok saçma geldi. bi insan koluna neden ıssız ada dövmesi yapar ki. bi kaç dakika geçti ki yaşlı turistlerin sayısı azalarak genç güzel bayanlar heykelle haşır neşir olmaya başladılar. etrafı seyretmek ne kadar güzel olsa da bi anda "yarım saat oldu nerde kaldı la bu denyo" şeklinde geç kalan arkadaşa sitem dürtüsü içimde fitillendi. bu dürtüyle ayağa kalktım. volta atayım ama çok da atmayayım zira güneşli bölgeler sıcak diye düşündüm. heykelin zıt tarafına geçtim ki arkadaş karşıda belirdi. benim ona "yarım saattir nerdesin olm" sitemlerimi o da aynen bana söyledi. ordan yola çıkarak anladık ki telefon hatlarında bi sorun yaşanmış, mesajlar ve aramalar başarıya ulaşamamış. heykelin zıt taraflarında beklemişiz yarım saat boyunca. heykelin önünde hangi zamanda nasıl bi turistin durduğunu tasvir edince ikimizin de yeni gelmediğini anlamış olduk. sonra da vur patlasın çal oynasın, bi eğlence bi cümbüş bi kıyamet sorma gitsin.. aslında bunlardan sadece "vur patlasın" kısmı oldu, o da masa tenisi düzeyinde.. ama o da yeterlidir, masa tenisi iyidir.....

1 yorum:

Emir Bey dedi ki...

turisler bir tek bana sir diye hitap ederler